AĞABEYİMİN YILAN HİKÂYESİ
Ağabeyimi bir şey anlatırken duysanız görseniz onun gördüğü şeyin olağanüstü olduğuna, dünyada daha güzel bir şey olmadığına ikna olur sonra da o anlattığı şeyi ben de görsem, diye dua edersiniz.
Üstelik o gördüğü şeyi, size her seferinde daha ilgi çekici bir biçimde anlatıp her seferinde de dikkatinizi çekmeyi başarır.
Bu, onun gezip gördüğü yiyip içtiği her şey için geçerlidir.
Yediği içtiği abiciğimin olsun, ben şimdi size onun gördüğü bir yılanı anlatacağım.
Bu hikâye ben üç yaşında ağabeyim de beş yaşında iken Yayakırıldık köyünde yaşanmış.
Ailecek komşularla ağaçlar icindeki bir yerde, şırıl şırıl akan bir derenin kıyısına piknik yapmaya gitmişiz.
Annem ve komşuları yemek işiyle uğraşırlarken ağabeyim beni: “Gel kardeşim, gel bak sana kemer alacağım ” diyerek az ötedeki ağacın altına çağırmıştı.
Ben de annemin anlatımına göre bıdık bıdık yürüyerek ağabeyimin yanına gitmişim.
Ağabeyim bana “Bak ne güzel kemer, şimdi sana onu yakalayacağım.” derken annem bu sözden şüphelenmiş ve koşup yanımıza gelmiş. Bir de ne görsün kocaman rengarenk bir yılan daldan aşağı sarkmakta ağabeyim de onu yakalamaya çalışmakta ben de sevinçle el çırpmakta imişim.
Annem hemen ikimizi birden kaptığı gibi oradan uzaklaştırmış.
Az daha gelmeseymiş Allah korusun neler olurmuş neler!
İşte bu yılanı ağabeyim bana ben o esnada yılanı hatırlamayacak kadar küçük olduğum için öyle bir anlatırdı ki ben onun ağzından çıkan her sözcükle adeta büyülenir, yılanı bir kez olsun görebilmeyi çok isterdim.
Ağabeyimin anlatmasına göre yılanın kırmızısı, kan kırmızı renginde, yeşili bu dünyadaki bütün yeşillerden parlak, sarısı ise güneş ışığı gibiymiş.
Yılan ağaçtan öyle bir sarkıyormuş ki onun yılan olabileceği hiç kimsenin aklına gelmezmiş.
Bu hikâyeyi çocukken hem annemden hem ağabeyimden sayısız defa dinlemiş adeta büyülenmiştim.
Bakalım ben de ağabeyim gibi bu yılanı bir gün görebilecek miydim?
Gerçekte o yılanı göremedim ama bir ansiklopedi sayfaları arasında sanırım gördüm.
Nasıl olduğunu anlatayım: Bir yaz öğle sonrasında kasabadaki evimizde
avluda asmanın altındaki masada oturuyorduk.
Ağabeyim; Günaydın gazetesinin yaptığı çekiliş sonucu; Renkli Hayvanlar Alemi Ansiklopedisi kazanmıştı. Bu ansiklopedinin gelişi bizde çok büyük sevinç yaratmıştı.
Ansiklopedi; 1000 sahifeyi aşan bir kalınlığa sahipti, fotoğrafları ve anlatımı ile de muhteşemdi.
Çekilişi kazanan ağabeyim olduğu için bu rengarenk büyüleyici esere bakma önceliği onundu.
Sabırsızlıkla ansiklopedi sırasının bana gelmesini bekliyor beklerken de ağabeyimin çevirdiği sayfalara merakla bakıyordum.
Ağabeyimin neredeyse her hayvanla ilgili bir bilgisi bir deneyimi vardı; sayfada gördüğü hayvanlara ilişkin bilgisini kardeşim ve benimle paylaşıyor ben de içimden bu kadar da olamaz bu ansiklopediyi önceden okumuş olmalı, diye düşünüyor; bir yandan da ansiklopedi henüz elimize ulaştığı için böyle olmadığını çok iyi biliyordum.
Ansiklopedide maymunlar, kuşlar, kelebekler daha neler neler vardı. Onun her sayfasına hem büyük bir merakla bakıyor hem de diğer sayfalarda göreceklerimiz konusunda heyecanlanıyorduk.
Derken sayfalardan birinde kocaman rengarenk bir yılan fotoğrafı gördük. Fotoğrafı görür görmez ağabeyim o esnada mutfakta olan anneme heyecandan çığlık atarak seslendi:
— Anne gel bak anneeee!
Annem bize bir şey olduğunu sanmış olmalı ki elinde tahta kaşık, gözleri korkudan fal taşı gibi açılmış bir biçimde yanımıza koştu.
—N’var, bir şey mi oldu?
Ağabeyim;
Bak anne kral yılan hatırladın mı ben bu yılanı görmüştüm yıllar önce, dedi.
Annem de az önceki korkusunun yersiz olmasından dolayı rahatlayarak fotoğrafa baktı ve uzatarak ” Eveeeet” dedi. “Demek kıral yılanmış.”
Ve aynı hikâye bir kez daha anlatıldı.
Ve yine aynı cümle ile bitti.
Allah korusun ben yetişmeseydim neler olurdu neler!
Bunu dedikten sonra da annem tekrar yılan fotoğrafına baktı.
Evet aynısı, bu yılandı, renkleri de aynıydı, dedi.
Ben hırsla ansiklopediyi elime aldım, yılan fotoğrafına büyük bir hayal kırıklığıyla baktım.
Benim hayalimde canlandırdığım yılana hiç benzemiyordu.
—Hani abi bu yılanın kırmızısı kan kırmızısıydı, yeşili bu dünyadaki bütün yeşillerden parlak, sarısı da güneş ışığı gibiydi?
— Evet öyle, şu kırmızıya bak, yeşile bak,sarıya bak, maviye bak. Az bile anlatmışım!
—Hayır abi, senin anlattığın yılan daha güzeldi.
—Ama doğru! belki renkleri biraz sönük çıkmış olabilir fotoğrafta! , dedikten sonra abim devam etti:
—Benim gördüğüm kral yılan, bundan kat kat güzeldi. Kırmızısına dokunsan o renk eline bulaşacak sanırdın, sarısından gözünü alamazdın, hele yeşili yok mu o yeşili dünyayı gezsen bir yerde göremezdin.
Ben ansiklopediyi kapattım, büyük bir zevkle abimi dinlemeye başladım.
Abim yılanın renklerine artık maviyi de eklemişti.
Üstelik bu mavi öyle böyle değil, gökyüzünden de denizden de daha maviydi.
Tabii ki öyle olacaktı: Abim görürse yılanların kralını görür bu yılanda da renklerin en alası, dünyada göremeyeceğimiz renkler olurdu.
Canım abiciğim, seni çok seviyorum.
#yasemininhikâyeleri
#yasemininyazıları
YaseminYeni Akalın |
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz