Güneş tolundu mu ki karanlık oldı cihan
Kamer tutuldu mu ki şehr içine düştü figân(Necati)
KİME ANLATSAM KEDERİMİ
Altınoluk’tan Balıkesir’e sabah erkenden yola çıkan küçük otobüse Akçay’dan kırk beş elli yaşlarında bir adam bindi, araba hemen hareket etti. Şoför savunma yaparcasına 1 numara akşamdan satılmış, dedi. (öndeki , benim oturduğum)
Adam olsun varsın, bugün de böyle olsun diye mırıldandı, şoförün arkasındaki koltuğa geçip kafasını öndeki iki koltuğun arasındaki boşluktan çıkardı, kafasını çıkarır çıkarmaz da “Benim rahmetli oğlum öldükten sonra şu benzinlik de kapandı, Bi giydiğini bi da giymezdi oğlum. Benim giymediğim elbiseler, pahalı pahalı ayakkabılar, gözlükler, hepsinden hevesini aldı, dedi.
Şoför herhangi bir tepki vermedi.
Bu sözler, sabahın ve yolların ruha huzur verdiğini düşünmek istediğim bir anı tuzla buz edivermişti.
Adam devam etti: Bana baba demezdi, birader derdi. Konuşurken ağzının içine baktırırdı, ona sordukları zaman biraderim derdi benim içn; o kadar şakacıydı.
Kimse adamı dinler görünmüyordu, onun sözleri sanki dünyanın ortasında yapayalnız kalmış birinin acısını duyurmak isteyen bir çığlıktı. Bu çığlığı o anda duydum ben. o çığlık yolların sonsuzluğuna karışıp, yeni uyanan dağlara, ormanlara, ovalara doğru yankılandı.
“Muhatap bulamıyorum ki”demesiyle geri döndü çığlık.
İşte yine Çehov’un Kime Anlatsam Kederimi’ öyküsü karşımdaydı, bu kez capcanlı bir biçimde. Sırtını Spil Dağı’na yaslayan hastanede annem kuş olup uçmaya hazırlanırken karşılaştım ilk bu öyküyle.
Hastanenin girişinde kitap satılan bir stand vardı. Onca kitabın arasında bir dost yüzü görmüş gibi buldum onu.
Sadece bu başlığı bile günlerce, okuyabilirdim:
Kime Anlatsam Kederimi, Kime Anlatsam Kederimi, Kime Anlatsam…
Aynı yaz annem kuş olup uçup gittikten sonra da üç ayrı yer ve zamanda bu kitabın karşıma çıkmasına kendimce ilahi ve mistik bir anlam yüklemiştim.
Bu öyküde Rusya’da arabacı İona, arabasına binen herkese, ölen oğlunu anlatmak ister, hava buz gibidir, karlı yollar, soğuk, üzerine kar yığılan at ve acısıyla bir bütün olmuş arabacı.
İona yalnızken oğlunu düşünmeye cesaret edemez ancak başka biri olduğu zaman düşünebilir, konuşabilir; kimse onu dinlemez, dinlemek istemez.
Son çare atıyla konuşur İona “İşte kardeşim kısrak…Kuzma İoniç yok artık, Allah rahmet eylesin…Boşu boşuna gitti işte…Düşün bir kere, senin bir tayın var, onun öz annesisin …Bir de bakıyorsun tay ölüveriyor…Acımaz mısın?
Arkama dönüp ne zaman öldü oğlunuz? diye soruyorum adama.
-116 gün oldu bugün, diyor adam.
Benim ilgi göstermem heyacanlandırıyor onu ve devam ediyor, Kardeşim çocuklarınız ne istiyorsa yapın bi dediğini iki etmeyin, ben oğlumun her istediğini yaptım, bu dünyada heves edip de ulaşamadığı hiçbir şey kalmadı, kimse beni dinlemiyor kardeşim. Ben haftanın üç günü bu otobüsle Balıkesir’e gidip psikiyatrist kapılarında bekliyorum beni birisi dinlesin, diye.
Adamın acısı onun küçük bedenine sığmıyor, her yerde, her zaman ölen oğlunu anlatmak istiyordu.
Ölüm Allah’ın emri hepimiz öleceğiz, diyor şoför.
Öleceğiz öleceğiz de benim oğlum öldü, diyor adam, benim oğlum öldü.
Gözleri yollara dalıp gidiyor. Adam sürekli “benim oğlum öldü, öldü…diyor.
Bir kuş havalanıyor sanki, bir kuş havalanıyor, adam o kuşa, kuşun havalanışına, göklerde süzülüşüne bakıp kalıyor.
Düşün bir kere senin bir tayın var, onun öz annesisin, bir de bakıyorsun, birdenbire tay ölüveriyor…Acımaz mısın?
***
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz