KIRMIZI TULUMBA
Bir evin avlusunda küçükken evimizde olduğu gibi sapı kırmızıya boyalı bir su tulumbası gördüm.
Avlu sonbahar yaprakları içerisindeydi, avlunun köşesinde bir bisiklet olmasa insan bu evi, bu avluyu terk edilmiş sanırdı.
Tulumbayı görür görmez olduğum yerde kalakaldım.
Ben ona bakarken tulumba da boş durmadı tabii.
Hemen beni aldı kasabaya, avlusunda kırmızı tulumba olan evimize götürdü.
Avluda sıra sıra çiçekler dizilmiş hepsi de renk renk açılmıştı. Ben kova kova su dolduruyordum, çiçekleri sulayacak; buz gibi sularla avluyu da yıkayacaktım. Bu benim görevimdi, annem öyle demişti. Avlu yıkanınca asmanın gölgesindeki masada oturup ikindi üzeri kurabiye eşliğinde bir çay içecektik; günler uzundu yoksa akşama kadar çok acıkırdık.
Biz çay içerken radyoda ” dane dane benleri var yüzünde yüzünde/ can alıcı bakışları gözünde gözünde” türküsü çalardı.
Çayımızı daha bitirmeden annem bizi oyuna kaldırırdı; kardeşimle ikimiz avluda karşılıklı ” can alıcı bakışları gözünde gözünde ” diye diye oynardık.
Bu arada babam; evimizin hemen yanındaki dükkânından çay içmek için gelirdi, bizi oynarken görünce de yüzüne kocaman bir gülüş yayılır; bir yandan çay içer; bir yandan da:
“Ne güzel oynuyormuş benim kızlarım.”
diye eliyle tempo tutardı.
Çaylar içilip kurabiyeler yenince evimizin el şeklindeki kapı tokmağı ” tak tak” diye vurulurdu. Ben hızla kapıya koşardım Pakize teyze gelmiş olurdu. Ama o hep evinde oturur hep ona gelinsin çaylar içilsin; börekler, kurabiyeler, kalburabastılar yenilsin isterdi.
Şimdi Pakize teyzeye kulak verelim; bakın anneme neler anlatıyor:
” Bizim adam bahçeden geldi de gızım. Tarla sulamaya gitmişti, suyu patlıcanlara salmış bakmış garıktan su akmıyoo elimle garığı azıcık düzeltivereyim diye yere eğilivemiş, eğilir eğilmez de sen düş! Orda bir taş vamış; bak gari sen, taş kafasını yarmış da, kan içinde kalmış kafası garibin. Gel de ona bi pansuman yapıve.
Annem: Geleyim Pakize teyze sıhhi çantamı alayım da hemen gidelim.
Annem çantasını alır biz kardeşimle ikimiz çay bardaklarını tulumbadan çektiğimiz suyla yıkardık.
Tulumbadan su; her zaman gürül gürül akardı öyle suyu kesiliveren zorla öksürür gibi akan tulumbalardan değildi bizim tulumbamız. İşte böyle beni geçmişe götüren bana o günlerden bir gün yaşatan kırmızı saplı su tulumbası; beni götürdüğü gibi, aldı geri de bırakıverdi. Baktım avlunun içinde öylece duruyordu kırmızı tulumba.
Bunca yıl sonra bir tulumba; güz bahçesinden bana kendini hatırlattığına, beni geçmiş günlere götürdüğüne göre bu dünyada hiçbir şey ama hicbir şey unutulmuyordu: tulumba, kurabiye, asma, renk renk açan çiçekler, neşeli türküler, komşu teyzeler.
Hafızalarımızda bir yerlere sinip bekliyor, bir bakışta, bir seste, bir dokunuşta, bir kokuda, bir güzde ortaya çıkmayı bekliyor…
Ah illâki bir rüyada!
Ah illâki bir rüyada!…
***
1 Yorum
Handan Yamaner
1 Haziran 2021 at 11:17Harika bir öykü..Kutluyorum.