Haziran ayını Haziran Çocukları ile selamlamak istedim.
Ali Özenç Çağlar toplumcu gerçekçi, dünyanın eksikliklerine, aksaklıklarına kafa yoran, usta üretken bir yazar. Şiir kitapları dışında ödül almış öykü, roman deneme kitapları da var yazarımızın. Yazıya ağırlık verse de sanatın farklı dallarıyla da ilgili.Profesyonel olarak özgün kara kalem portre, siya-beyaz desen ve yağlıboya çalışmaları yapıyor. Çağlar, Yurt dışında da özel ve toplu sergilerde yer almış bir sanatçı.
İnsana, hayata cana olan duyarlılığını şiirlerinde romanlarında olduğu gibi resimlerin de de çok net görüyoruz bunu.
Ele aldığım Haziran Çocukları kitabında yazar, insan yanlarımıza bakarak, eksilenleri, eksilttiklerimizi ve eskitirken de nasıl eksildiğimizi yoğun derin duygular içeren dizelerle karşılıyor bizi.
Yazarın yer yer isyankâr dili var, ama şefkatli. Hangimiz isyankâr değil ki? Hem kim durduk yere isyankâr olur, değil mi?
Hayat dediğin şiir, yer gök her yerde şiir. Ama umut için, ama unutmamak için, bunu inci gibi ipe dizene ne mutlu.
Ali Özenç Çağlar bunu ustalıkla başaran yazarlardan. Dün akşam işten çıkışta ikinci defa okumak için yanıma aldım çok sevdiğim Haziran Çocuklarını. Doğru deniz kıyısına. Dalga seslerine derinlerden gelen neşeli çocuk sesleri de karıştı ara ara. Sanki dedim biraz uzağımda değiller de kitaptan geliyor o kıkır kıkır gülüşler. Kulağıma, kalbime değen ses uğultuyla bir kameradan yansıtılmış anılar gibi. Şimdi burada olmayan, coşkuyla neşeyle koşan gülen herkesi ve her şeyi seven dünyayı kucaklayan çocuklar gibi. Erken yitmiş, gülüşleri boğazımıza düğümlenmiş, bu dünyadan silinmiş çocukların sesi gibi.
Satır aralarında yiten yitirilen çocuklar, çocukluğum, çocukluğunuzun sesleri….
Haziran Çocukları, adından da anlaşılacağı üzere, Gezi çocukları’na ithaf edilen bir şiir kitabı. Bu yüzden ayrı bir önem taşıyor. Çocuklarımız var bu kitapta. Öncesi, sonrası, dünya kurulalı beri kaç çocuğumuzu kurban ettik egolarımıza çıkarlarımıza bir toprak bir koltuk bir yanılsama bir öfke bazen bir iftira uğruna. Ellerin de çiçekler taşıyan çocuklarımızın aldık attık yerlere çiçeklerini. Yetmedi, ezdik geçtik; hem onları hem çiçekleri. İşte, Berkin Elvanlar, Abdullah Cömerler, Ali İsmail Korkmazlar, Ethem Sarısülükler ve diğerleri böyle yok edilip gittiler aramızdan.
Özlüyoruz hep o yiten çocukları şimdi, çocukluğumuzu. Bazen özlemle. “çocukluğumuz” deriz ya derinden. Çocukluğumuz değildir aslında özlenen. Yitirilendir. Sevdiklerimiz, İlk sevinçlerimiz ilk merakımızdır. Deniz anasına pür dikkat kesilip merakla bakan bir küçük çocuğun gözündeki o pırıltıyadır özlem. Ne kendi gözlerimizdeki pırıltıyı koruyabiliyoruz ne de çocukların gözlerindekini.
Kaybediyoruz birer birer.
Kitabın temeli gezide yiten o masum gencecik çocuklar, ‘’İnsan’’ ve elbette insana dair her şey. Her şiir sancılı bir süreci işliyor, anlatıyor okuyucuya.
Yitirdiklerimiz, kurtaramayışlarımız, yanılgılarımız, hatalarımız, aşklarımız, ekmek kavgası, emeğin insan olmanın zorluğunu hatırlatıyor; zayıflıklarımız, adalet arayışımız, güzel bir dünya dileğimiz, zorbalar güçlüler karşısındaki çaresizliğimizi ama aynı zamanda bize yer yer hatırlattığı kendi içimizdeki o güçü işaret ediyor şiiriyle şair..
Boyumuzdan büyük oldu acılarımız ah. Ama içimizde hep mutlak bir güç olmalı hayata, acıya, acımasızlığa direnen. Yiten diyoruz durmadan ama her yitirilen, yitirilse de bir parçası ile hep gölgemiz gibi bizimle kalıyor. Unutmuyoruz. Unutmamalıyız ve unutturmamalıyız da. Daha fazla kaybetmemek daha fazla yitirmemek için. Daha güzel günlere ulaşabilmek, aynı hatalara düşmemek için.
Her giden kalbimizde. Gölgelerle yaşıyoruz. Ama bir elimizde hep bir uçurtma. Çocuk yanımızla içimizde var olan o inançla koşuyoruz geleceğe doğru, kalbimizdekilere vefa borcuyla.
Gölgeler ki bizim. Var olduğumuzun en büyük kanıtı. Yılmayacağız var oldukça. Boyun eğmeyeceğiz kötülüğe, zorbalığa. Ama şiirle ama şarkıyla, türkülerle.
İşte şairin dizelerinden birkaç örnek:
(…) “Kaç kuşak kavga ile yoğrulduk geldik
Kaç avcı ne avlar avladı bilsen
Ne yaradan şeytanı kuşatmış iken
Vurulmuş adımbaşı gençliğimiz yatıyor
Kulluğun kör laneti insan üstüne oğul.
Düş kesiği bedenim hüznüm ki yangın yeri
Yüzümde son balkıyan ışığın izi de yok
Kaç bebek öksüz bilsen kaç yuva tütmez oldu
Kim ne için övünür neden dövünür anam
Biz ne için küçüldük böyle hiçlendik oğul.”
(…)‘’Sek sek oynayan çocuk
Eteklerinde sevinçleriyle
Zıpladı son kez
Kuşların uçtuğu ağacın gölgesinde
Annesinin elinden tutup
Yürüdü yarınların sınırlarını geçerek
Kimse duymadı
Yeni bir şarkının nakaratı olduğunu
Bir sazın tellerinde
Geleceği gecenin
Gündüzü senfonik bir yaşama ulayarak
Sek sek oynayan çocuk
Yaşama ulanarak
Kör düşlerin kurbanı olmadan zaman
İkindinin büyüsüne kapılıp giden
Bağbozumu şenliğinde horon tepip
Geçmişin şarkılarına hasret
Büyüdüyse şimdi o
Dün sokakta sek sek oynayan çocuk
Eskiyip
Kalandır ondan habersiz
Bir mezar taşına düşülen tarih
Kim ne kadar hatırlar bilinmez
(Haziran Çocukları, Sayfa:36)
Haziran Çocukları/ Ali Özenç Çağlar/ Arthsop Yayınları/ 1. Baskı/ Eylül 2018/ 96 sayfa
Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz