Sinema

Zeynep Saatli’den Sinema Yazıları

1-

Depeche Mode: Ormandaki Ruhlar

(Depeche Mode:Spirits in the forest)

Anton Corbijn’in yönettiği ve İngiliz elektronik müzik grubu Depeche Mode’la ilgili olan belgesel 2019 yılında seyirci ile buluştu. Belgesel , grubun “Global Spirit Tour”kapsamında Berlin’deki konserlerinin kaydı ve bunun yanı sıra grubun altı hayranının hikayeleri ile oluşmakta.

Depeche Mode’un en çok bilinen ve dinlenen şarkılarından olan “Enjoy the silence” ve “Personal Jesus” gibi şarkılarının klibini çeken Anton Corbijn , Hollandalı yönetmen ve fotoğrafçıdır. Depeche Mode dışında da Nirvana’nın “Heart-Shaped Box” klibini ve daha birçok başarılı belgesel çekmiştir.

Anton Corbijnhem konser anını hem de her insanın kendine has hikayesini bize en saf haliyle aktarmayı başarıyor . Takdir ederisiniz ki konser atmosferini seyirciye vermek epey zor, büyülü atmosferi biz de kısmen de olsa yakalama şansını elde ediyoruz. Konserin arasına insanların hikayeleri yerleştirilmiş fakat bu ne konserden tat almamıza ne de hikayeleri tam olarak anlamamıza engel olmamış.

Müzik günlük hayatın sıkıcı arka plan sesini bastırmaktan çok daha fazla anlam ifade ediyor. Belki de tam bu bilginin unutulduğu anda altı insanla tanışıyoruz . Farklı ülke ve kültür altyapılarından gelmelerine rağmen hepsinin ortak bir noktası var ; Depeche Mode fanı olmak . Bir müzik grubunu sevmek bu insanların hayatlarında ne kadar büyük değişim yaratmış olabilir ki diye düşünebilirsiniz. Bu ön yargının, filmi izlerken insanların anlattıklarını dinledikçe kırılacağına inanıyorum. Bu insanlardankimisi  için çocukluk anıları babasıyla bu grubu dinlemekten oluşuyor , kimisi için kemoterapi gibi zorlu bir süreç esansında hastane odasında hayata daha sıkı sarılma isteği yaratan bir şey oluyor. Genel anlamda hayatlarının belli kesimleriyle Depeche Mode’u bağdaştırmışlar ve bu olurken ortayayer yer yüzümüzü güldüren yer  yer gözlerimizin dolmasına sebep olan hikayeler çıkmış. İzleyici için bu kadar etkileyici olması tabi ki bu hikayelerin kurgu olmamasından kaynaklı . Zaten o insanların gözlerinden bile birçok şeyi hissedebiliyoruz.İsterseniz rap , metal , pop dinleyin eğer bir kez bile dinlediğiniz müziğin bütün vücut hücrelerinizde dolandığını hissettiysenizbu belgeseli izlemekten pişman olmayacağınızı söylemek isterim.

2-

Etki Altında Bir Kadın ( A woman under the influence)

John Cassavetes’in yönettiği film 1974’te yayınlanmış bir bağımsız – dram filmidir. Mental sağlığı iyi olmayan Mabel’in , eşi Nick başta olmak üzere etrafındaki insanlarla olan çatışmasını izliyoruz. Konu olarak epey duygusal yoğunluk barındıran film bunun yanı sıra alışılmadık olmasa da çoğu filmden daha uzun. Konunun sindirilerek izlenmesi gereği bu uzunlukla yer yer çatışmaya girmiş.

  İnsan ilişkilerini veya sadece bir insan üzerinde duran filmleri çoğu zaman oyunculuk ya da güçlü diyaloglar taşıyor. Bu film için geçerli olanın oyunculuk olduğu kanaatindeyim. Tabi yönetmenin de her şeyi en iyi yansıyan taraflarından çekmesi işin cilası. Mabel’i oynayan Gena Rowlands’in adını anmadan geçmek istemem, gerçekten akılda kalıcı bir performans sergilemiş.Gözle görülmesi imkansız hastalıkları mimiklerle bu kadar iyi anlatabilmek altından kalkılması zor bir görev. Gerçekten etkileyici bir performans.

   Çekim üslubunu sevdiğim sahnelerden birkaçını belirtmem gerekirse Nick ve işçi arkadaşlarının yemeğe geldikleri kısım hem seyir zevki yüksek bir iş çıkarmış hem de hikayenin katmanlaşmasında önemli bir yere sahip. Mabel’in mimikleri  bu sahnede tam olarak okunur halde ve ilk defa geniş bir bakış açısı yakalıyoruz. Diğer insanların yanında Mabel’in tavırları ve Nick’in duyduğu rahatsızlık filmin geri kalan kısmı için önemli bir noktayı belirtmekte. Bu rahatsızlığın en yükseğe vardığı nokta ise yemek esnasında şarkı söylemeye başlayan birine adeta büyülenerek bakan Mabel’in kişiye yaklaşarak adeta ağzından çıkan her notayı görmek ister gibi davranması ve diğer herkesin suratında oluşan aynı ifade… Bu sahnenin yanı sıra Mabel’in Swan Lake’i mırıldanırken kendi kendine dans ettiği sahnede acaba o an aklından neler geçiyordur diye düşünmeden edemedim. Çok saf bir sahne , saldırgan tavırlarda bulunan halinden eser yok. Sergilediği olumsuz tavırların yalnızca “etki” altında oluşundan kaynaklandığını görüyoruz . Bu sahne gibi daha pek çok duygusal iniş çıkışların yaşandığı yer var.

Filmde müzik kullanımının altını biraz daha çizmek isterim. Filmin başından itibaren klasik müzik ve operanın etkisini görebiliyoruz.Klasik müzik yoğun duyguları içinde barındırmak konusunda müthiş bir örnek. Filmin de genel olarak konusunun her yerine dağılmış duygu durumlarını desteklemek için klasik müzikbaşarılı bir tercih olmuş.Müziğin dramatik yanı da hikayeyle uyumlu halde.

Hayal ürünü hikayeleri izlemekten keyif alsam da, bu tarzda insanı veya insanları anlatan hikayeleri her zaman daha çok sevmişimdir. Böyle filmlerde kendi tabirimce “pasif deneyimler” yaşıyorum. İçinde hiç bulunmadığım veya hiç bulunmayacağım anlar içinde gezinmek ve kendime pay çıkarmaktan büyük bir zevk alıyorum. Eminim ki sizlerin arasında da bundan keyif alanlar vardır. O kişilere bu filmi kesinlikle tavsiye ederim. Herkese keyifli seyirler.

BU YAZILARDA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın