Deneme

Ali Özenç Çağlar ve Yeni Bir Denemesi

Kendine Yabancılaşmak

Ben bana yabancıyım. Açıkçası ben ben değilim, ben kendim değilim. Evet çok garip ve belkide sosyopisikolojik bir durumdur, durum mudur hakikaten,  yoksa olağan, sıradan bir insan hali mi, çözmüş değilim. Kendimi bildim bileli içe döndüğümde kayboluyorum, kaybolduğumda bir başkası oluyorum sanki, dışarıya açıldığımda yine bir başkası oluyor ve başkaları tarafından da başkası olarak görülüyor, biliniyorum. Doğru, haklısınız, biraz karışık. Sanki sizler benden daha mı dengelisiniz? Neyse konudan sapmayalım… Ben kendimle, kendi özümle hangi noktada birleşiyor, kesişiyor, bütünleşiyorum, bilemiyorum. Zaman zaman bu konuda terslikler, zorluklar da yaşıyorum. Örneğin bir gün yolda giderken biri beni durdurdu ve yüzüme sinirli sinirli bakarak:

“Sen ne suratsız, ne kibirli adamsın!” dedi çocuk azarlar bir tonda…

Şaştım kaldı. Oysa adamı hiç görmemiştim; onu ve böyle bir yüzü tanımıyordum bile.

-Sen kimsin kardeşim. Ne hakla benimle böyle konuşuyorsun dedim. Şaşkınlığım ise hala sürüyor. Karşımdaki kirpiklerini kırpıştırarak, el kol hareketleriyle:

-İşte falanca yıl, filanca toplantıda, filanca lokalde masalarımız yan yanaydı. Hatta sohbet bile etmiştik. Ama sen o geceden sonra beni gördüğünde  tanımamazlıktan geldin. Evet, evet, tam da şimdiki gibi. Ayıp yahu ayıp! dedi ve çekti gitti herifçioğlu. Fakat beni iyice bir güzel payladı.

Tabi benim de günüm zehir oldu. Akşama kadar bu olayı düşündüm. Adamın dediği o geceyi, o masayı, o suratı/ suratları hatırlamaya çalıştım ama nafile. Yok, yok, yok! Sağa dönüyorum olmuyor, sola dönüyorum olmuyor. Bende uyku muyku kalmadı. Tabi bu kıpırtılarımdan dolayı karım da uyanmaz mı? Açtı ağzını yumdu gözünü; ne çöpleri atmadığım, ne elektrik parasını zamanında yatırmadığım ne de komşu Bakkal Hüsamettin amcadan aldığımız bir kilo yoğurdun parasını hala ödemediğim kaldı. Sizin anlayacağınız bir de bizim karı buldozer gibi üstümden geçmez mi? Şaştım kaldım. “Ne oluyoruz yahu!” dedim kendi kendime. Bu gün herkes hıncını benden alıyor. Anlaşılan bu sabah herkes solundan kalkmış.

Oysa ben uysal munis, sözdinler bir adamındır. Zaten kimi komşular benim için “karıncaezmez” derlermiş. Gerçi umrumda değil de, neyse işte; sırası geldiği için söyledim. Yani anlayacağınız dışarıyla bir iletişim bozukluğum var ama bir türlü çözemiyorum.  Neyi nerde yanlış yapıyorum bilemiyorum.

Aynı durumu geçen gün de yaşadım. Gidişli gelişli bir kavşağın karşısında ışığın yeşil yanmasını bekliyorum. Yol hayli geniş. Karşıdan da biri bana el sallıyor. İyi de orada dikilen yalnız ben değilim ki, eli fileli, (pardon, poşetli) bir kadın var, çocuğunun elinden tutmuş okula yetiştirmeye çalışan yaşlı bir adam var, bir de kucağına cins bir köpek almış onunla konuşan genç bir kız var. E, ben ne bileyim şimdi o karşıdakinin bana mı, yoksa diğerlerinden birine mi el salladığını. Tabi oralı olmadım. Neyse yeşil yandı karşı taraftan bir gurup, bizim taraftan bir grup yolu geçiyoruz. O karşıdan el sallayan herif bana öyle bir baktı ki, inanın ödüm koptu. Yine manyağın biri hiç yoktan beni paylayacak diye… Çok zorlanıyorum bu konuda çok. Geçen akşam benim hanıma anlatacak oldum.

-Sen hasta ruhlusun hasta! diye çemkirdi yüzüme.

Vallahi kimseyle konuşulmuyor bu günlerde.

-Kız Cevriye, billâhi diyorum. Benim hiç kabahatim yoktu ki. Bana el sallayan adamı tanımıyorum bile. İnan rüyamda dahi görmüşlüğüm yok! dedim, dedim de, dinleyen kim?  O söyledi sözünü girdi mutfağa. Bir de giderken başını iki yana sallaması yok mu, en çok da o dokundu bana; hani: “Ah şu adam benim ömrümü bitirdi.” der gibi. Yani sizin anlayacağınız benim bana yabancılığım sürüyor hala. Geceleri düşünürken uykularım kaçıyor. Çocukluğumda hep annemin beni azarlamalarını, “ona dokunma, bunu yapma, Allahın gerizekalısı, keşke seni doğurmasaydım.” Sözleri, babamın ise:

“Eh be karı, bu çocuğu doğuracağına gidip de tuvalete sıçsaydın.” dediğini. -Affedersiniz ağzımı da bozdum.- Aman kusuruma bakmayın. Ne yapayım, her gün çevremden azar işitmekten dengemi kaldı bende. İnanın ruhum yara bere içinde. Bakışlarım o yüzden ürkek, o yüzden bazen bana söyleneni duymamazlıktan geliyorum. Neden mi, yine bir azar, bir hakaret olmasın, duymayayım diye. Eh siz de takdir edersiniz ki bu durumda insanda özgüven mi kalır, söyleyin Allah aşkına? Tabi haklıyım ya. Yani bu dünyada hep ben haklıyım. Doğduğumdan beri bana yapılanları anlatmaya kalksam dünyanın bile ruhu yaralanır, dayanamaz çöker gider kendi içinde, çürür billâhi.

‘İçinde’ demişken aklıma geldi. Biliyor musun, ben doğduğumda babam anneme iki metrelik şalvarlık güllü basma almış. Ablam Hüsniye doğduğunda da lausa kadını yatağında pataklamış babam. Neymiş, neden kız doğurmuş. Zır cahil bu insanlar canım. Sanki anam kendi yalnız yaptı ablamı. Ama o ayni adam ölesiye kadar beni doğurduğu için yapmadığını bırakmadı anama.

Ayıptır söylemesi, ben okulda da çok başarısızdım. Bir gün öğretmenim babama: “Zülküf Bey, sen bu çocuğu çok mu dövüyorsun? Bunun kafası dersleri hiç almıyor?” demiş. Babam da bunu bahane edip evde beni tekrar pataklamıştı. Çocukluğumda evde bile hamam böceği gibi kimsenin göremeyeceği yerlere oturur, oradan diğerlerini izlerdim. Bir de kapıya yakın otururdum ki tehlike anında kaçayım diye. Vallahi ciddi söylüyorum, bunları sana anlatırken bile içimde bir şeyler kanıyor sanki. Onca uğraşıma karşım bir türlü kendimi çözemedim. İnanmazsın bizim evde ters giden her şeyin sorumlusu benmişim gidi kabak hep benim başıma patlardı. Annemle babam öldüğünde kurtulurum sanırdım. Hiç de öyle olmadı. Şimdi de karım çıktı karşıma sokakta gezinirken bir sürü yabancı önüme geçip, -sanki asli görevleri oymuş gibi- beni azarlayıp azarlayıp geçiyorlar… Şimdi biliyorum, benim söylediklerime gülüp geçiyorsunuz. Biraz düşünsenin gerçekte sizin de benden bir farkınız olmadığınızı anlayacaksınız ya, kendinize itiraf edemiyorsunuz. Bilirsiniz, bir erkek çocukları önce anadan babadan dayak yeriz, sonra okulda başlar aynı aynı nöbetler, askere gidersin, aman Allah, ne çavuşu kalur vurmadık, ne başçavuşu. Hapishaneye düşseniz daha kötüsü. Burnunuzu kaldırsanız sizi herkesin içinde işkenceden geçirirler, kimsenin de gıkı çıkmaz.. Böyle bir süreçten geçtikten sonra insanda sağlıklı hal mi kalır?

Anlayacağınız ben, çocukluğumda başka, büyüdüğümüde de bir başka çektim bütün bunları. Bir de utanıp sıkılmadan, şu halkın %60’ı gerizekâlı dedi diye Aziz Nesin’e söylemediğimizi bırakmadık. Siz söyleyin şimdi: onca dayak, azarlanma, yok sayılma nöbetlerinden sonra kim aklıbaşında, normal olabilir ki?

Ne dersiniz dostum, acaba sorun bende mi yoksa sokaklarda mı, yani toplumda, diğer insanlarda mı? Ben mi kendime, yabancıyım yoksa onlar mı beni hiç tanımaya, anlamaya çalışmıyorlar? Bazen kendime şöyle sorduğum da oluyor: “Acaba annem babam mı beni bu hale getirdi, yoksa şu sokaklardaki anlayışsız, bencil, ruhsuz, kendilerinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen insanlar mı? Sen ne dersin arkadaşım? Deminden beri hep ben konuşuyorum. Birkaç şey de sen söyle bakalım. Şu insanların, toplumların giderek bu kadar kendilerine yabancılaşmasının nedenleri nelerdir? Çekinme çekinme söyle.

Adamın göziçlerine baktım. Durgun, donuk ve çevresi kırmızıydı. Kırk yıllık bir yoldan gelmiş gibi, omuzları çökük, gözaltları keskin kırışıklıklarla dolu, kulak üstlerindeki saçları kırarmış, üzerinde kareli bir gömlek, altında uzun süre giyilmiş kahverengi bir pantolon vardı. Konuşurken alt dudağı titriyordu. Elinin ayasıyla gözlerindeki yaşları silerek başını öne eğdi. Kasabada, şadırvanın karşısındaki Yılanoğlu Kahvesinde, dışardaki masalardan birinde oturuyorduk. Üç beş güvercin havalanarak hükümet binasına doğru uçtu. Henüz, Belediye Reisi Haşim Haşimoğlu İstasyon caddesindeki koca koca çınarları kestirmemişti… Ben uzaktan, yılların içinden gelen bir yolcu, o ise kentin yerlisi, belki de tortusu idi. İçin için ağlıyordu zavallı. En kötüsü de teselli edemiyordum onu.

-Üzülme. dedim, senin gibi bu ülkede anlaşılamayan ezilmiş, horlanmış milyonlarca insan var. Bir tek sen değilsin ki. Duymamazlıktan geleceksin söylenenleri. Tıpkı küçükken annenin, babanın hakaretlerini unuttuğun gibi. Evet,  şimdi de toplum eziyor işte, yetmedi, devlet eziyor, iktidarlar eziyor. Hayat bu herhalde, ne yapacaksın. Ha, mücadele gücün, biraz düşünme, başkaldırma, kavga etme gücün varsa dikileceksin karşılarına, yüzlerine yüzlerine bağıracaksın yıllara inat, yaşadığın zaman ister 80ler, 90lar ister 2000ler olsun, çıkacaksın sokağa haykıracaksın haklılığını. Yoksa, yoksa, ne diyeyim ki ben şimdi sana. Öyle böcek gibi pısmayacaksın, her şeye evet demeyecek, HAYIR! demeyi de öğreneceksin; en önce de düşünmeyi, sorgulamayı öğreneceksin “güzel kardeşim benim.” (‘Dünyanın en tuhaf mahluku’N.H)

Ali Özenç Çağlar – Haziran 2023

***

BU YAZILARDA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın