Deneme

Şükrü Korkmaz ve Gezi Yazıları

Umut Burnu ve Masa Dağı – Güney Amerika Notları

Bugün ( 21 Ocak 2017) denizden 2874 metre yükseklikte bulunan Sani Pass’dan Lesotho Krallığına Jeep’lerle geçiş var , 2000 metreye çıktığımızda, 8 km. boyunca dünyanın en dik eğimli yolundan geçeceğiz.

Yol, manzara, vahşi doğa harika.

Zirveye varmamız üç saatimizi aldı ama değdi.

Lesotho Kraliyet , Kral temsili görevlere sahip, nüfusun %80 i Katolik olduğu için tek evlilik yapıyorlar, 2,5 Milyon kadar nüfusu var, hayvancılık, tarım ana gelir kaynakları, tabii pırlanta madenleri var, işletenleri ne siz sorun, nede ben söyliyeyim. Dünyanın mevcut en büyük Pırlantası burada bulunmuş. 

Biz Sani Pass’dan geçip, gelen ilk köyde insanlarla buluştuk.

Bize kapılarını açtılar, ekmeklerini bizimle paylaştılar, dünyada yaşamak kimileri için ne kadar büyük bir uğraş.

Güney Afrika deyince akla ilk gelen kişi,  ömrünün  27 yılını ülkesindeki ırkçı yönetime karşı çıktığı için hapishanede geçiren, 1964 te girdiği hapishaneden 27 yıl sonra çıkan, çıktıktan sonra ilk siyahi Cumhurbaşkanı seçilen Nelson MANDELA’dır.

Sabah 7.30 da Coffee Bay’dan çıktık,istikamet East London üzerinden Port Alfred.

Otobüs yine hamam gibi, bozuk olan klima yapılmamış, havalandırma sonuna kadar açık ama nafile, rehberimiz Marlene akşama Port Alfred’e yeni otobüs geleceğini söyledi. Sevinsek mi acaba?

90 km.ara yoldan gidip ana yola çıktık, çok gitmedik Qunu’ya geldik.

Qunu Mandela’nın ilk okula başladığı köy, kendisi de zaten komşu köydenmiş. Tek sınıflı, tipik  Xhosa köy evlerinden bir okul imiş, tabii yerinde yok, ama arsası duruyor,bir bant ile çevirmişler.

Hemen yanıbaşında Mandela müzesi yapılmış, güzel, modern bina lâkin bakımı eksik.

O müzede Mandela hakkında birçok bilgiler alıyoruz. En önemlisi Nelson adının kendisine ilkokul öğretmeni tarafından konulması, asıl adının bölgesel dildeki anlamının, resmî dilde bir şey ifade etmemesi ve uzun olması nedeniyle bu ismi öğretmeni o’na takmış. Babasının verdiği isim, ROLİHLAHLA, ayrıca ait olduğu Madiba Klan’ına dayanarak kendisini Madiba diye de çağırırlarmış. Öğretmenin taktığı isim asıl ismi olmuş.

Müze gezisi sonrası Yola koyulduk, East London’a saat 15.00 gibi ulaştık. Şehire asıl damgasını vuran Alman göçmenler olmuş, modern ve büyükçe bir şehir. Alman göçmenler için anıt yapmışlar, önüne park edip otobüsten attık kendimizi dışarı, yoksa eriyip gideceğiz.

Oooh, denizden esen rüzgârla serinledik, ihtiyaçlar giderildi, yakındaki akvaryum ‘da resimler çekildi  tekrar yola koyulduk.

İkinci durak Belediye binası ve önünde at üstünde bir özgürlük savaşçısı anıtı, anıtın hemen arkasında ilk siyahi kardinal Edmond Tutu’nun büstü.

Port Alfred’e geldiğimizde saat 5.00 olmuştu ve yağmur çiselemeye başlamıştı, sevindik.

Otel modern, yeni ve güzel bir yapı, odalarımızı aldık …..gün bitti.

Bu gün katettiğimiz yol 480 km. Outshoorn’dan sabah 08.00 de çıktık, hedefte Kapstadt (Cape Town) .

Rotamızın numarası N 62, Güney Afrika’nın en sevilen rotasıymış, bizim gittiğimiz yön uçsuz bucaksız diyebileceğimiz üzüm bağlarının içinden geçiyor.

Günün zirvesi olağanüstü güzellikte bir şarap üretim çiftliğinde yaptığımız Şarap tadımıydı .

Üç beyaz, iki kırmızı şarap tanıttılar, hangi şaraba hangi peynir iyi gider o’nu öğrendik.

Bağların güzelliği bir yana, çiftliğin güzelliği öbür yana. Çok geniş bir alana, envai çeşit çiçek, ağaç, bitkiler ile hayat vermişler.

Yol boyu arada bir mola vererek saat 16.00 sularında Kapp Stadt’a ulaştık. Uzaktan MASA dağı göründü, tüm otobüs resim çekeceğiz diye ayakta.

Otele inmeden oraya yöneldik, çünkü program öyle.

Hava yol boyunca ve şehre gelişimizde şahane idi. Tek bir bulut yok, dışarısı 32 derecelerde.

Bizi dağ’a çıkaracak Teleferiğe geldik, ortalık ana baba günü, sanki milletin hiç işi gücü yok, masa dağına çıkmaya gelmiş. Rehberimiz Marlene bizi sıraya soktu, kendisi biletleri almaya gitti, bir taraftan yürüyoruz, diğer taraftan her fırsatta resim çekmeye çalışıyoruz. Sadece biz değil, tüm ziyaretçiler.

Binişe yaklaştık, rehber ortalarda yok, heyecanlandık. Tam sıra bize geldi, Marlene ‘de geldi, bilet yok demezmi, evet Yok. Dağa çıkamıyoruz, sebep? Birazdan dağı sis kaplayacak ve hiçbirşey göremeyeceksiniz, çıkmanızla inmeniz bir olacak, demişler.

Kısmet yarın belki. Bizde masa dağın karşısındaki Sinyal Tepesine çıktık ve oradan şehri temaşa eylerken dönüp arkamızda kalan Masa dağa bir baktık ki ne görelim? En az dağın zirvesini kaplayacak genişlikte, yoğunun yoğunu bir sis tabakası dağdan aşağı adeta Niagara şelalesi olmuş akıyor.

İyi ki çıkarmamışlar bizi Masa dağa diye çocuklar gibi sevindik  koskoca insanlar.

Otele gel, acilen valizleri odaya at, Water front’a ( su kenarı) git, yemek filan derken birde bakmışım, otele geri dönmüş bu kafa şişirici yazıyı yazıyorum.

Ne yapayım? Gördüğüm güzellikleri dostlarımla paylaşmak hoşuma gidiyor.

Ertesi gün, Saat 07.30 da Masa dağına doğru yola çıktık, bu gün çıktık çıktık, yoksa oraya çıkmak için tekrar Güney Afrika ‘ya gelecek halimiz yok çünkü gezinin son günündeyiz.

Günün zirvesi Umut Burnu, Cape of good hope, Kap der gute Hoffnung. Daha sonra eşek Penguenleri var,

Ama masa dağdan hemen sonra fok’lara gidilecek. 

Akşama müzikli veda yemeği bizi bekliyor.

Masadağı’na vardığımızda saat 07.40 civarındaydı.

O erken saate rağmen kuyrukta yine bekleyenler vardı , ama asıl biz sıraya girdikten sonra kalabalık daha çok arttı.

1067 metreye teleferikle çıktık, manzaranın resmini çekip, anımızı ölümsüzleştirdik, öyle uzaktan göründüğü gibi çok’ta masa değilmiş.

Tekrar indik doğru otobüse, vakit geçirmeden Robben adasına fok’ları görmeye götürecek tekneye yetişmemiz lâzım.

Katamaran bir tekne koy’a vardığımızda yolcusunu almış bizi bekliyordu, acele bindik ve sevimli Fok’ların yaşadığı Robben Island’a (Adasına) doğru yola koyulduk. Fokları ziyaret edip vedalaştık, onlarda bize envai çeşit numaralarını göstererek güle güle dediler, tekrar geri otobüsümüze döndük.

Şimdi yolculuk Umut veya Ümit burnu, Afrika kıtasının güneydeki en uç noktası.

Ümit burnuna vardık, ziyareti tamamlayıp, Maymunlara martılara selam verip, eski Deniz fenerine çıkmak için biraz daha gittik. Fener yüksek bir tepede, o bölge çok ters akıntılı ve kıyıya yakın çok fazla kayalık olduğu için birçok gemi batmış, Fener’in görevi modern navigasyonların çıkmasıyla bitmiş, şimdi turist ağırlıyor. Finiküler sistem yani bizim Tünel gibi iki vagon insanları yukarı aşağı taşıyor.

Tepede Türkiye’den gençlerlede karşılaştık, otobüse dönüp Penguenleri bekletmeyelim diye acele yola çıktık.

Ne kadar güzel ve masum yaratıklar, yüzlerce binlerce penguen, insan onları seyretmeye doyamıyor, paytak paytak yürümeleri, denizden çıkarken debelenmeleri hele sevimli eşek gibi çıkardıkları sesler ki bu nedenle eşek pengueni adı verilmiş, ama dönmeliyiz… Marlene, saat 18.00 de oteldeyiz,18.40 da lobide buluşmuş olacağız dedi, öylede yaptık. Güzel bir yemek eşliğinde şahane müzikli, teatral bir gösteri ile veda gecemizi tamamladık. Sabah tekrar yollardayız saat 12.30 da Kap Stadt havalimanından Jochannesburg ve oradan Münih, ertesi gün saat 07.00 sularında Münih’teyiz.

Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz.

Bir dahaki ay dünyanın sürpriz başka bir veya iki ülkesinden gezi notlarına devam.

Güney Afrika’da bir üniversitenin giriş kapısında aşağıdaki mesaj yazar:

“Herhangi bir ulusun yok edilmesi atom bombası veya uzun menzilli füzelerin kullanılmasını gerektirmez…. Sadece eğitim kalitesini düşürmek…. ve sınavlarda kopya çekilmesine izin vermek yeterlidir.”⁉️

Hastalar bu tür doktorların ellerinde ölür.

Binalar bu tür mühendislerin ellerinde çöker.

Para, bu tür ekonomistlerin ve muhasebecilerin elinde kaybolur.

İnsanlık, bu tür din görevlilerinin elinde ölür.

Adalet, bu tür yargıçların elinde kaybolur …

“Eğitimin çöküşü milletin çöküşüdür.”

Katılmamak ne mümkün.

Şükrü Korkmaz 

Yazım 03.05.2022

Yaşanmışlık Ocak 2017

Konuyla İlgili Düşüncenizi Paylaşabilirsiniz

    Cevap Yazın